İktisatçılar kafa karıştırıyor: 10 piyasa yalanı

Birgün gazetesi yazarı Hayri Kozanoğlu, bugünkü köşesinde ekonomi ve piyasa gündemindeki karışıklıkları kaleme aldı.

  • | Son Güncelleme:
  • | İş'te Gündem

Birgün gazetesi ekonomi yazarı Hayri Kozanoğlu, bugün kaleme aldığı “10 maddede piyasa ezberleri” başlıklı yazısında, gündemde çokça konuşulan konuları yazdı. Bu yorumların yanlış olduğunu belirten Kozanoğlu, “O nedenle bu günlerde ekonomi mecralarında sıklıkla dayatılan 10 ezberi masaya yatıracağız” dedi.

Hayri Kozanoğlu’nun yazısı şöyle:

“1- Gaye Erkan liyakat sahibi biri, onu küçük ayrıntılar üzerinden yıpratmak Merkez Bankası’na kurumsal anlamda zarar verir: Bir göreve layık olmak anlamında liyakat sadece seçkin okullardan edinilmiş diplomalarla sağlanamaz. O pozisyondaki kişinin çalıştığı kurumu tanımasını, orada oluşmuş teamülleri, yerleşmiş kültürü özümsemesini de gerektirir. Şahsıyla ilgili iddiaların doğruluğunu bilemeyiz. Ancak Gaye Erkan’ın profili aynı 80’li yılların sonundaki “Ahmet’in arkadaşları”, “Özal’ın prensleri” vakasını hatırlatıyor. Onlar da ABD’den parlak diplomalarla kamu kurumlarına paraşütle indirilmişlerdi. Daima büyük bir fedakarlık yapıyormuş hissiyle davranıp, kendilerine her türlü keyfiliği, usulsüzlüğü hak gördüler. O kuruma yıllarca emek vermiş yetişkin kadroları hep köhnemiş bir zihniyet sahibi, kutsal misyonlarının önünde engel kabul ettiler. Oradaki deneyimden, birikimden, kurumsal hafızadan yararlanmayı peşinen reddettiler. Sonları hüsran oldu. Hepsi gerisin geri Amerika’ya, “yuvaya” döndüler.

2- Bütçe açığı sinyal veriyor: Evet 2023 sonunda henüz nakden ödenmeyen harcamaların tahakkuk ettirilmesiyle bütçe açığı GSYH’nin %5.4’üne ulaştı. Ancak bu oran kadar, bütçe gelirinin ağırlıklı kaynağı vergilerin sermaye kesiminden mi, yoksa ÖTV, KDV gibi dolaylı vergilerle, bordrodan kesintilerle halktan mı toplandığı da önemlidir. Aynı şekilde vergi gelirlerini aşan harcamaların Saray’ın israflarına, sermayeye tanınan ayrıcalıkların, vergi istisnalarının devamına mı, yoksa ülkede iyice bozulan gelir ve servet dağılımını düzeltme yolunda sosyal amaçlara mı ayrıldığı da mercek altına alınmalıdır.

3- Türkiye’nin CDS primleri düşüyor ne iyi: Bir ülkenin 28 Mayıs seçimlerinden önce olduğu gibi rezervlerini tamamen tüketmesi, döviz kurlarının patlamaya hazır beklemesi durumunda haliyle kredi riskini yansıtan CDS primleri artar, rating kuruluşları notlarını indirir, o ekonominin dış borçlanma maliyetleri yükselir. Sonunda CDS de, rating kuruluşlarının verdiği kredi notu da uluslararası piyasalardaki kreditörlerin alacaklarını tahsil etme olasılıklarını yansıtır. Örneğin halkçı bir yönetim iktidara gelse, “tiksindirici” dış borçları gözden geçireceğim dese, kamucu bir ekonomi programı açıklasa, bu çizgi kuşkusuz ki halkın çıkarınadır. Ancak finans kapital CDS primlerinin tavan yapmasıyla hemen olumsuz refleks gösterir. O nedenle CDS o denli masum bir gösterge sayılmaz.

4- Merkez Bankası doğru yolda, politika faizini kararlı biçimde artırıyor: Seçim öncesi %8.5 politika faizi o enflasyon ortamında tam bir zırvalıktı. Lakin faizler %30’a, %35’e çıkmalı denirken şimdi %45’e kadar yükseldi. Piyasaların gözü doymadı, hala “daha daha” çağrıları sürüyor. Çünkü özellikle sıcak para açısından faiz ne kadar yüksekse koşullar o kadar elverişlidir. Sıkışmış durumdaki bir ekonomide daima fazlasını talep eder, hiç tatmin olmaz. Bu faizler yarın ekonominin çarklarını durdurur, işsizliği fırlatır diye hiç düşünmez.

5- Yabancı sermaye girişleri çok önemlidir: Burada devlet iç borçlanma senetlerine yatırımlar ve borsada hisse senedi alımları kastediliyor. Gerçekten bu sıcak para girişleri kısa vadede bir ödemeler dengesi krizini engellemek, liranın daha keskin değer kaybını önlemek için yararlı olabilir. Öte yandan şu anda %7.50 civarında seyreden eurobond faiz oranlarına yansıdığı gibi çok ciddi bir maliyeti de var. Siz bu dövizleri söz konusu oranın çok üstünde bir getiriyle yatırıma dönüştüremediğiniz takdirde, dış yükümlülükler orta uzun vadede bir ülkenin kalkınması için aksine bir ayak bağı haline gelir. Ayrıca en ufak bir olayda huysuzlanıp ülkeyi terk etmesi halinde ise, ekonomiyi krize sürükleme riski taşır.

6- Kredi kartı faizleri artırılmalıdır: Kredi kartı harcamaları aylık %1.29 faizle seçim öncesi tuzu kuru kesimler için de ciddi bir fırsat sunuyordu. Şimdi ise geliri harcamalarına yetmeyen dar gelirliler açısından, iki yakasını bir araya getirme yolunda son çare görünüyor. Kredi kartlarının alternatifi ihtiyaç kredisi faizleri %62 ile şu anda çok caydırıcı. Aslında şimdi kredi kartlarına uygulanan aylık vade farkı %3.66 ile yıllık maliyeti %54’e geliyor. Bu oran öngörülen resmi enflasyon %36’nın çok üzerinde. Kredi kartına gelecek olası bir faiz artışı hem yurttaşların ödeme gücünü zorlar, hem de bankaların takipteki alacak oranını yukarı çeker.

7- Enflasyon bir an önce düşürülmelidir: Doğru, yüksek enflasyondan en çok zarar görenler emeğiyle geçinen ücretliler ve emekliler. Bu olguyu milli gelir içinde işgücünün payının sürekli düşüşünden net biçimde gözlemleyebiliyoruz. Ne var ki enflasyonun makul düzeyde olduğu dönemlerde de işverenlerin enflasyonun altında ücret artışı vermek için can attıklarını unutmadık. Enflasyon %10 iken geliriniz %5 artarsa, satın alma gücünüz zayıflar. Aksine enflasyon %60 iken %70 oranında bir zam koparabiliyor iseniz refah düzeyiniz yükselir. Bunu sağlamak da büyük ölçüde emek kesimlerinin örgütlenmesine ve mücadelesine bağlıdır.

8- Döviz kuru istikrar kazanmalı: Sonunda lira ile gelir sağlayan satın alma gücü tüketici enflasyonu ile belirlenen bir kişi iseniz, döviz kuru sizi dolaylı ilgilendirir. Türkiye gibi yüksek enflasyon yaşayan bir ülkede liranın değer kaybının, örneğin Türkiye ile ABD arasındaki enflasyon farkı kadar gerçekleşmesi göreceli istikrara işaret eder. İşgücü ücretlerinin maliyetlerde belirleyici olduğu ihracata yönelik bir firma, liranın hızlı değer kaybını arzular. İç piyasaya üretim yapan, döviz borçlusu bir firmaya gelince, aksine liranın değerli seyretmesinden yanadır. Tipik bir emekçi ise bu konuda doğrudan taraf değildir.

9- Piyasada likidite bolluğu var, bu emilmelidir: Likidite fazlalığından şikayetin ana gerekçesi, bu sayede iç talebin canlılığını koruması ve enflasyonun ateşinin alınamaması. Açıklaması da şöyle yapılıyor; özellikle KKM dönüşleri nedeniyle piyasada emilemeyen likidite iç talebi azdırıyor. KKM sayesinde eline nakit geçenler haliyle rantiye kesimler. Demek ki enflasyonu asgari ücret artışları değil, varlıklı sınıfların harcamaları artıyor. Tabii ki bu likidite fazlasının ikincil yansımaları olur. Eline para geçen lokantaya gider bahşiş verir, manikür yaptırır, seyahate çıkar. Ama bunlar sorunun esas kaynağını, enflasyonun asli nedeninin ücretler olmadığı gerçeğini değiştirmez.

10- Nebati-Kavcıoğlu ekibi yetersizdi, şimdi rasyonel ve liyakat sahibi Şimşek-Erkan ekürisi iş başında: 21 yıldır ekonomi kadroları AKP rejiminin önceliklerine, RTE’nin planlarına göre belirlenir. 28 Mayıs seçimlerinde o kadronun doları 20 lirada tutarak bir istikrar görüntüsü vermesi, düşük faizlerle kredi genişlemesi sağlaması, ÖTV-KDV zamlarını erteleyerek seçmeni hoşnut etmesi sayesinde, Saray iktidarı ayakta kaldı. Şimdi de rejimin ihtiyaçları değişti. Yabancı sermaye girişini hızlandıracak, Merkez Bankası rezervlerini takviye edecek, emekçilere kemer sıkma önlemleri uygulayacak bir zihniyet göreve geldi. Yarın yine konjonktür değişir, Nebati olmasa da Sebati göreve getirilir.”

E-BÜLTEN ÜYELİĞİ
İş dünyasının gündem özeti e-posta kutunda. Piyasalar, ekonomi, iş dünyası, siyaset, teknoloji ve life style haberler.
E-Mailin ile Ayrıcalıklı Üye Ol, ilk Sen haberdar ol
Adınız, Soyadınız:
E-posta adresiniz:

YORUMLAR

Bu habere henüz yorum yapılmamış.İlk yorum yapan sen ol...

Yorum Yap

Bu Alan Boş Bırakılamaz
Bu Alan Boş Bırakılamaz
Yorum Yapma Şartlarını Kabul Etmediniz
X

E-BÜLTEN ÜYELİĞİ

İş dünyasının gündem özeti e-posta kutunda. Piyasalar, ekonomi, iş dünyası, siyaset, teknoloji ve life style haberler.
E-Mailin ile Ayrıcalıklı Üye Ol, ilk Sen haberdar ol